Tepsiyi elinden alıp kâsedeki yemeğe baktım. Gergin bir şekilde yutkundum. Kesinlikle bir lapaydı fakat… bu kadar siyah mı görünmesi gerekiyor? Yemekten buhar yükseliyordu. Buna ‘lapa’ denilip denilemeyeceği konusunda şüphelerim vardı çünkü büyük parçalar halinde kabuğu soyulmamış sebzeler can çekişen kâsenin içinde yüzüyordu. Bu iğrenç şeyi tadarsam öleceğime emindim.
“Öğretmenimin bunu kendi başına pişirdiğine inanamıyorum… haha…. Nasıl gelişigüzel yiyebilirim?” dedim, dikkatlice.
“Bunu sizi düşünerek yapmadım,” dedi cömertlikle. “Evimde bir ceset istemiyorum. O yüzden, hemen yemeye başlayın!”
Yüzüne şöyle bir baktım. Yaptığı ‘yemek’ karşısında çenesi gururla dışarı fırlamıştı. Davranışları, bunu çok cömertçe yaptığını söylüyor gibiydi, o yüzden hepsini yesem iyi olacaktı. Kibirliydi, ancak bu değerli bir yemekti. Ziyan etmek çok yazık olurdu. Ayrıca, Yüce Kaichen bunu birisi için kendi başına yapmıştı. Hayatı boyunca hiç kimse için böyle bir şey yapmamış olmalı. Özellikle benim için yapmadığını söylemişti ancak yüz ifadesi aksini söylüyordu.
Yiyebilirsem… umarım onun önünde kusmam. Bu, güvensizlik duyduğu ve hor gördüğü biri için gösterdiği çabaydı. Bir barış teklifinden daha azı değildi. Onunla ilişkimin eskisi gibi olmasını ya da daha kötüye gitmesini istemiyorsam bunu reddedemezdim…
Fazla düşünmedim. Eğer düşünseydim, kaşığı dudaklarıma götürmeyi asla başaramayabilirdim. Önümdeki berbat yemeğe baktım. Yutkundum. Açlıktan ölmek üzereydim ama…
Titreyen ellerimle bir kaşık dolusunu dudaklarıma götürdüm. Bir semptom olduğu için mi yoksa önüme konan lapayı tatma ihtimali yüzünden mi titriyordum bilmiyorum. Kaichen’in hâlâ bana baktığını fark ettim.
“Öhöm, ö-öğretmenim,” dedim, “Yemek yerken beni izlemeye devam edecek misiniz?”
“Evet. Yapamaz mıyım?”
Yüce Tanrım! Ya kusarsam? Ben uyurken ona ne oldu böyle? Neden yiyip yemememle bu kadar ilgileniyor? Ona gülümsedim ve başımı güven verici bir şekilde salladım. Bir kaşık yemeği ağzıma attım. Siyah, vıcık vıcık lapa dilime yapıştı. Lütfen, Tanrım, bana merhamet et! Dua ettim. Yavaşça çiğnedim ve yuttum. Boğazımdan aşağı kayan o sümüksü, kaygan şey her neyse, tanımlanamıyordu. Tadı, suratıma bir tuğla gibi çarptı. Burun deliklerime tiksinç tatlı bir şey vururken, aynı anda hem soğuk, hem keskin hem de acıydı.
Öğürmemeyi zar zor başardım. Eğer bir şekilde kendimi o kâsedeki her şeyi yemeye zorlarsam, kesin bayılırdım. Sadece bir kaşık bitirmiştim; geriye koca bir kâse kalmıştı! Kesin kusacaktım. Lanet olsun! Lanet okudum. Bir parmağımı boğazıma kadar sokup yediğim her şeyi kusmak ve bu berbat yemeği atmak istedim. Kaichen’e baktım.
Şok olmuştum. Gülümsüyordu! Ben iğrenç lapayı yerken o memnuniyetle gülümsüyordu. S*ktir, küfrettim. Titreyen ellerimle bir kaşık daha aldım. Gözlerimi kapayıp dua ettim. Zavallı midem bu yemeğe dayansın n’olur. Keşke sadece bu an için yemeklerin tadını alma yetimi kaybedebilseydim.
Gülümsemesini görmezden gelemezdim; onu ilk kez gülümserken görüyordum. Benim için pişirdiği yemeği özenle yediğim için mi yoksa beni zehirleme girişimindeki başarısından dolayı mı böyle gülümsüyordu bilmiyorum. Sebebi ne olursa olsun, bana içtenlikle gülümsemişti ve ben de onun hayalini yıkacak cesareti kendimde bulamamıştım.
Geçici de olsa beni öğrencisi olarak kabul etmişti. Artık onun öğrencisi olarak her yere gidebilir, her yere kaydolabilirdim. Hatta, bununla övünebilirdim! Kaichen Tenebre’nin öğrencisi olduğumu herkese söyleyebilirdim, ve bu asılsız olmazdı. Bu çok büyük bir gelişme, kocaman bir adımdı. Böylece, kararlı bir Koreli olarak yılmaz irademi gösterdim ve iğrenç yemeği yedim.
“Iğh….” Dudaklarımın arasından bir inilti kaçtı. Direkt dilimi ya da üzerine düşen her şeyi hissetmeyi bırakabilmeyi diledim. Sanki çok hızlı yemişim de neredeyse boğulacakmışım gibi öksürür süsü verdim. Böyle yapmadan, gözlerimin kenarlarından akan yaşları açıklamamın bir yolu yoktu.
Sonunda, o iğrenç şeyi bitirdim. Kaichen tepsiyi ellerimden aldı, ağzının kenarları hafifçe yukarı kalkıktı.
Boş kâseye baktı ve ışıl ışıl gülümsedi. “Her şeyi bu kadar leziz bir şekilde yiyeceğinizi bilmiyordum” dedi, “Yedek kasem yoktu, ben de akşam yemeği için olan porsiyonu da getirmiştim!”
Gözlerimi kocaman açarak ona baktım. Manyak herif! Bunu daha önce söylemen gerekirdi! Bunca zamandır ona saygıyla ‘öğretmenim’ diyordum ve ona küfretmek saygısızlık gibi geliyordu. Meğer kandırılmışım! Kavga çıkarmak istedim ama ağzımı açarsam her şeyi geri kusacak gibi hissediyordum. Bu yüzden, sessiz kaldım.
Ona beceriksizce gülümsedim. Kaichen de bana gururla gülümsedi. “Gerçekten yemek pişirmek istemiyorum ancak sizin için tekrar yapacağım. Hastasınız ve yeniden sağlıklı olabilmek için beslenmeye ihtiyacınız var,” diyerek gururla beyan etti.
Hayır, DUR! İçten içe ağıt yaktım. Beni öldürmeyi mi planlıyorsun?! Başka seçeneğim yoktu, ağzımı da açmak istemiyordum, yoksa felaketle sonuçlanabilirdi. Bu yüzden, başımı salladım ve mal gibi gülümsedim. Kaichen bana baktı, ışıl ışıldı. Sonra odamın kapısını sessizce kapatıp çıktı.
Iğh, tam şu an bayılmak istiyorum! Sanki ruhum bedenimi çoktan terk etmişti. Sadece odada yalnız kaldığımda düzgün nefes alabiliyordum. Midem çalkalanıyordu. Bulantı hissediyordum. Öfke ve hayal kırıklığım kabarmıştı.
Yorum