Ben onlar için bir yabancıydım, ve onlar da sırlarını bildiğim için benden korkuyor gibiydiler. Bir şeyler içerek sohbet ederken bana sırlarını anlatanlar onlar olmasına rağmen. Bir gün, insanlarla bağ kurmak için çok kısa bir süreydi. İnsanlarla tanışmak ve beni hatırlamaları adına olan tüm umutlarımı yitirmiştim. Bu yüzden, kendimi malikaneme kapattım.
“Tam olarak… ne zaman geliyorsun? Beni ne zaman kurtaracaksın?” Gözyaşlarına boğuldum, şişeyi fırlatıp attım, ve kollarımı kendime doladım. Yabani otlarla kaplı bahçede koşuşturup deli gibi avazım çıktığı kadar bağırsam da, kimse gelmiyordu.
Kimsenin Sarhoş Kontes için endişelenmediği doğruydu. Onlara göre, ben yalnızca Sarhoş bir Kontes değil, aynı zamanda ara sıra malikanede çığlıklar atan bir deliydim. Çünkü onlar için birkaç ay değil, sadece bir gün geçmişti. Tekrar eden aynı gün.
“Ha Ha ha! Ahaha!” Histerik bir kahkaha attım. Gözlerimden yaşlar aktı, ancak ben güldüm. Güldüm, ağladım, ve aylardır hilal halinden değişmeyen gökyüzünü işaret ettim. Ve böylece aklımı yitirdim.
***
Uyandığımda, aklıma gelen anı berbattı. Aynı sabah, aynı manzaraydı ama bugün huzurluydu. İnsanlar bugün beni yine selamlamıştı. Acrab huzurluydu. Oda aynıydı ancak yerde yuvarlanan şarap şişesi tanıdık gelmedi. Bugün hiçbir şey tanıdık gelmiyordu.
“Hayır, hayır, hayır!” Başımı tuttum ve çığlık attım. Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum. Bir lütuf olduğunu düşündüğüm hafızam bana, aklımı yitirdiğim dönemin anılarını düşündürdü. Kaç gece geçti? Ne kadar delirdim? Ne haltlar yedim ben? Kendimi kötü hissettim.
Titreyen ellerim, alkolden uzak durmanın neden olduğu titremeler değildi. Bugün nedeni o değildi. Vücudumu bir ürperti kapladı, ve kollarımı kaşımaya başladım. Derimde kan belirdi, fakat acımadı. Titreyen ellerim kana bulanmıştı. Anılarımın gerçek olmadığını haykırarak malikaneden dışarı koştum.
Tek bir bulut bile olmayan açık bir gökyüzü. İnsanların gülümsediğini ve günlerini her zamankinden farklı geçirmediklerini görebiliyordum. İnsanlar her zamanki gibiydi. Gün de aynıydı. Ancak benim gözlerime aynı görünmüyorlardı.
Diz çöktüm ve hıçkıra hıçkıra ağladım. İnsanların gözlerini üzerimde hissediyordum. Sabahın köründe sarhoş olduğumu düşünüyor olmalılardı.
“Özür dilerim… Özür dilerim… Özür dilerim…” diye mırıldandım ve çığlık attım. Ne kadar özür dilersem dileyeyim, anılarım yok olmuyordu. Doğruydu. Onları öldürmüştüm. Onları defalarca öldürmüştüm. Ertesi gün daima iyi oluyorlardı. Aynı gün tekrar ediyordu. Fakat ben iyi değildim.
Yaşlar yanaklarımdan aşağı süzüldü. Aklımı yitirmiştim ve artık buradaydım. Buna katlanmak çok zordu. Neden böyle şeyler yapmıştım ki? Şeytan kalbimi mi ele geçirmişti? Onlara böyle mi davranmak istiyordu? Buna inanmak istemedim. Çünkü bunu yapanın ben olduğunu biliyordum.
Biliyor ve hissediyordum. Titredim. Etrafımdaki insanlar endişeyle fısıldadı. Sanki acımı görmezden gelemiyorlarmış gibiydi. Onları hak ediyor muydum ki? Kollarımı kendime doladım. Kollarımdan ve ellerimden kan damlıyordu.
Muhtemelen bunun yaygın bir sarhoş davranışı olmadığını düşünüyorlardı. Etrafımdaki mırıltılar büyüdü. Dahlia… Dahlia… Dahlia…. Onlara bakmayı hak etmiyorsun.
Bir çığlık duydum. Gözlerimden artık yaş akmıyordu. Kan akıyordu. Gözlerimi oymuştum. Kalbime bir ferahlık yayıldı. Hiçbir şey göremiyordum. Aynı manzarayı, aynı insanları tekrar görmem gerekmiyordu. Her şey karanlığa bürünmüştü.
Acı yüzünden bayılacağımı sandım. Kendi çığlığımı duydum. Ama sorun değildi. Onlar benden daha çok acı çekmişti. Benim ellerimde acı çekmişlerdi. Onlar hatırlamasa bile, ben hatırlıyordum. Her şeyi biliyordum ve asla unutamazdım.
Gözlerimi oyarak silebileceğim bir günah değildi bu. Hafızamda yerinde olduğu sürece, her zaman utanç ve suçluluk duygusu içinde boğulacaktım. O günden sonra, bir daha aklımı yitirmedim.
Dahlia’nın bedenini ele geçirdikten sonra, otuz sıkıcı yıl geçirdim. Diğer on yıl aklımdan çıkmıştı. Sonraki altmış yıl boyunca da, kendim yapamadığım için Kaichen’in gelip bu duruma bir son vermesini arzulamış, kendi suçluluk duygumun ağırlığı altında ezilmiştim. Her şeyi denemiştim.
Ayrıca gözlerimi oyma gibi bir alışkanlık edinmiştim. Yaptığım korkunç şeyleri kendime hatırlatmak içindi. Bu, kendi irademle kendime uyguladığım bir cezaydı. Fakat her seferinde ertesi gün vücudum daha iyi hale geliyor, ve gözlerimi geri alıyordum. On yıl boyunca, kendimi tekrar tekrar öldürmeye çalışarak bu delilik içinde yaşadım.
Sayısız ölüm ve deliliğin ardından, zihnim harap oldu ancak bedenim aynıydı, aynı gün içinde donup kalmıştı. Nihayet gözlerimi oymanın kimseye faydası olmadığını fark etmiştim. Suçluluk duygumu bir nebze hafifletemiyordu bile. Acı ve suçluluk duygusu benim için en acımasız cezaydı ve ben bununla yaşamak zorundaydım. Hiç unutmayacağım.
***
Kâbuslar ortaya sunulduğunda henüz zar zor uykuya dalabilmiştim. Kendimi güçsüz ve yorgun hissediyordum. Acrab’da geçirdiğim zamanların anılarını unutmamıştım. Bununla birlikte, mümkün olduğunca onları düşünmemeye çalışıyordum, çünkü bu konuda elimden gelen hiçbir şey yoktu. Acı ve suçluluk duygusu dışında hatırlayabileceğim iyi bir şey yoktu.
Kaşlarımı çattım. Pijamalarım soğuk terden sırılsıklam olmuştu. Belki kendimi sakinleştirmek adına ılık bir banyo yapabilirim, diye düşündüm. Bir küvetim olduğu için gerçekten şanslıydım. Kıyafetlerimi çıkardım ve iç çektim.
Odaya bağlı banyo kapısını açmak için kolu kavradığımda, oda kapısının açılma sesini işittim. Şaşkınlıkla başımı çevirdiğimde, Kaichen’in kapıda donup kaldığını görebiliyordum. S*ktir! Mahvoldum! Banyo kapısının kolunu bırakıp göğsümü kapattım.
Yorum