Sıcacık, güzel bir evdi. Soğuk ve kayıtsız Kaichen’in burada yaşadığını hayal etmek bile güçtü. Kaichen, eve vardıktan sonra biraz rahatlamış gibiydi. Burada o kadar rahat görünüyordu ki, neticede ait olduğu yerin burası olduğunu anladım. Gülmek istedim fakat beni gerçekten de vahşi doğada kendi başımın çaresine bakmam için kovabileceği aklıma geldi.
“İkinci kattaki ikinci odayı kullanabilirsiniz,” dedi Kaichen.
Evin doğayla bütünleşmiş gibi görünen dış cephesinin aksine içi sıcak, düzenli ve temizdi. Tek bir toz zerresi bile göremedim. Nedense Kaichen’e çok yakışıyordu. İçeride ihtiyaç duyulan birkaç öğe vardı ve gereksiz yere yer israfı yapılmamıştı.
Kaichen’in benim için belirlediği odaya ulaştıktan sonra kahkahalara boğuldum. “Bu gerçekten beklentilerimin çok ötesinde!”
Büyü kulesine gitmek güzel olurdu fakat en çılgın rüyalarımda bile onun evine geleceğimi hayal etmemiştim. Hem evi de peri masallarından fırlamış gibiydi. Oda boştu, yalnızca bir yatak vardı. Belki de onu ziyarete gelen pek misafiri yoktur.
Oda gülünç derecede boştu ve bu, kişiliğine mükemmel bir şekilde uyuyordu. “Hayal ettiğimden gerçekten çok farklı,” kıkırdadım.
Şiddetli misofobisi olan taş kalpli Başbüyücü. Kaichen, romanda kahramana daima sadık kalmıştı. Julius’u krizlerden hep o kurtarırdı. Kaichen’in gerçekte nasıl biri olduğunu görmek zordu. Kişiliğini pek tanımıyordum. Onunla bir hafta seyahat ettikten sonra hakkında çok şey öğrendim.
Kaichen, göründüğünün aksine, tatlıları seven bir adamdı. Orijinal roman onu her defasında yemek konusunda seçici biri olarak gösteriyordu, bu yüzden yemek yaparken çok dikkat ettim. Genel olarak iyi yedi fakat elini bile sürmediği bazı yiyecekler vardı ve bunu saklamak için hiçbir çaba sarf etmiyordu. Onu bir süre gözlemledim ve havuçtan nefret ettiğini ancak eti ve balığı sevdiğini öğrendim. Yaptığım siyah tavşan yahnisini beğenmişti fakat nehirden tuttuğum balıkları sevdiğinden emindim çünkü o gün hiçbir şeyi es geçmemişti. Damak zevkini ölçmek için çeşitli yemekler pişirmeyi denemiştim.
Kaichen bir keresinde, büyülü çantama koyduğum kreplerin tadına baktığında durup dururken gülümsemişti. Bu çok şirindi… Bir aşçı olarak, onun nelerden hoşlandığını öğrenmek istedim.
Çantamı yere fırlattım ve yatağa uzandım. Kendimi ılık suya sokup rahatlamak istiyordum fakat o kadar yorgun hissediyordum ki, kalkmak içimden gelmiyordu. Ayaklarım zonkluyor ve uykum geliyordu. Kendimi fazla yormuştum ve dışarıda uyumak hiç rahat olmamıştı.
“Ah… Bu daha başlangıç, ama şimdiden çok yorgunum.”
Tüm bunlar bu bedenin düşük dayanıklılığından kaynaklanıyordu. Dahlia, soylu bir ailenin zengin ve şımarık büyümüş kızıydı. Onun anılarına sahip değildim ancak vücuduna… vücuduma bakarak bunu söyleyebilirdim. Cildi yumuşaktı, kasları yoktu ve elleri nasır tutmamıştı. Ancak çok güzeldi. Tipik bir güzellik örneğiydi âdeta.
“Beklediğim gibi, önce dayanıklılığımı artırmam gerekiyor.”
Zaman büyüsünde işe yaramayan tek şey dayanıklılığımı artırma çabalarımdı. Ne kadar egzersiz yaparsam yapayım; vücudum ertesi gün eski haline geri dönüyordu. Kılıç oyunları ya da denediğim diğer fiziksel olarak zorlayıcı sporlarda da durum aynıydı. Yoksunluk semptomlarımla baş etmemin bu kadar zor olmasının nedenlerinden biri de buydu.
“Gerçekten bir doktora görünmeli miyim?” Kendi kendime mırıldandım. Gözlerimi ovuşturarak yatakta aniden doğruldum. “Yanı başımda bir Başbüyücü varken neden bir doktora ihtiyacım olsun ki?” Tek yapmam gereken ondan titremelerime yardımcı olacak bir büyü tedavisiyle çıkagelmesini istemekti. Eğer böyle bir tedavi yoksa, ondan büyü ve tıp üzerine birkaç kitap ödünç isteyebilir ve kendim yapabilirdim. Son yüz yılımı bunları öğrenmeye çalışarak geçirdiğimden, büyülü tedaviler hakkında epey bilgim vardı.
Acrab’da bulabildiğim tek kitap, üretim teknolojisi üzerineydi ve farklı ilaçları kendi başıma yapmayı öğrenmekten başka seçeneğim yoktu. Bitkisel ilaçlarla ilgili sınırlı sayıda kitap vardı tabii ama büyülü tedavilerle ilgili tek kitap yoktu! Sanki Acrab büyüyü reddediyormuş gibi, nereye bakarsam bakayım şehirde büyüyle ilgili hiç kitap yoktu. Çok tuhaftı.
“Burası bir Başbüyücü’nün evi, büyüyle ilgili kitaplarının olmamasına imkân yok!” Bedenimi yataktan sürükleyerek çıkardım ve odayı terk ettim. Evin perspektifini aklımda canlandırmaya çalışarak, odasının neresi olabileceğini hatırlamaya çalıştım. İkinci kattaki koridorun sonuna doğru ilerledim ve en uçtaki odanın kapısını açtım.
Yorum