Alkolizmin etkilerinden bihaber olduğumdan değil ancak Dahlia’nın vücudu öyle bir bağımlılık seviyesine ulaşmıştı ki, vücudu alkol olmadan çalışamıyordu. Yoksunluk belirtileri şiddetlenmeye devam ediyor ve ben, daha da kötüleşeceğinden korkuyordum.
“Bana yardım eder mi?” Kendi kendime mırıldandım ve iç çektim. Çok geçmeden hava, artık ışık küresine ihtiyaç duymayacağım kadar aydınlık oldu. Bir süre çimlerin üzerinde yuvarlandıktan sonra doğruldum.
Pozitif olmam lazım. “Hem, biricik öğrencisinin alkolizmden ölmesini istemez. Onu biraz ikna edebilirsem, bana yardım eder biliyorum,” dedim yüksek sesle kendi kendime.
Durumum beklediğimden de kötü bir hâl almıştı. Ancak orijinal hikâyede önceden belirtilen olayın gerçekleşmesi için hâlâ üç ayım vardı. Ondan önce tedaviyi yapıp fiziksel sağlığımı geliştirmeliydim. Bu kolay olmayacaktı ama başka yolu da yoktu.
Ona ‘öğretmenim’ diye hitap etmeye devam edeceğim. Kim bilir belki de eninde sonunda buna alışır ve beni resmi öğrencisi olarak kabul eder?
***
Görevlerimi ve Kaichen ile olan ilişkimi özetlemem gerekirse, yüzeyde ‘başbüyücünün geçici öğrencisi’ olurken, aynı zamanda onun araştırma konusu ve yetenekli bir hizmetçisiydim.
Yatağımda otururken geçen haftayı gözden geçirdim. İlk olarak Kaichen, eve o kadar uzun bir zaman sonra gelmişti ki, tam dört gün boyunca odasının güvenliğinden çıkmamıştı. İlk kahvaltıyı hazırladığımda dokunulmadan bırakıldığını görünce, yemeği vermek için yatak odasının kapısını açmıştım. Daha iyi yemekler için bazı malzemeler alabilmem adına biraz para ayırabilir mi diye sormuştum. Bunun üzerine bana derin bir aşağılamayla bakmış, bir kese dolusu altın fırlatmış, ve eğer çağrılmadan odasına gelirsem beni dışarı atmakla tehdit etmişti. Kapıyı çalmam gerektiğini kabul ediyorum (ki bunu yapmayı yine unutmuştum), fakat bu kadar nefretle bakılmayı gerçekten hak ediyor muydum?
Kendi kendime kapıyı çalmayı öğrenmem gerektiğini tekrarlarken, cebimde altınlarla yakındaki köye doğru yürüdüm. Sharatan, İmparatorluğun en güneyindeki köydü. Doğuya doğru olan Acrab’dan tamamen farklı görünüyordu.
Eşsiz arazisi nedeniyle, Acrab’ın Hwangdo Adası’na giden yalnızca iki yolu vardı ve bunlardan biri engebeli Mencar Dağları’ndan geçiyordu. Eskiden çok sarp bir yoldu, fakat son yıllarda Acrab’lı tüccarların tüm mallarını çalan hırsızlar tarafından istila edilmişti.
Diğer yol ise güneye doğru bir sapaktı, ki bu da sıradağları aşmaktan daha uzun sürüyordu, ve geçiş ücreti de çok pahalıydı. Dolayısıyla, bu yoldan gitmek tüccarlar için bir kayıptı. Her iki rota da sorun teşkil ettiğinden, bir çözüm bulana kadar seyahat eden tüccarları bekletmekten başka seçeneğim yoktu. Hep çok şanssızım.
Sharatan köyüne baktım. Açıkçası Acrab kadar büyük değildi, ancak bir köye göre büyüktü ve iyi dükkanlar ile tavernaları vardı. Bu köy hakkında öğrendiğim en tuhaf şey tüm yıl boyunca sıcak olmasıydı, bu yüzden herkes hafif kıyafetler giyiyordu. Kaichen’in evinde üşüyen ben, buranın soğuk olacağını düşünerek kalın bir cüppe giymeyi tercih etmiştim. Harika! Şimdi kendimi bir yabancı gibi hissediyordum. Aslında tüm kıyafetlerim ‘yabancı’ diye bağırıyordu.
Sharatan köyünde insanlar çok esmerdi. Kahverengi tenleri vardı. Kaichen’in teninin neden bakır renginde olduğunu şimdi anladım. Orijinal romanda, ülkenin güney kesiminden olduğundan kısaca bahsediliyordu.
“Bayım, bu çok lezzetli! Neyden yapıldı?”
“Ağzının tadını biliyorsun! Bu bir çöl akrebi, Sharatan’ın özel baharat sosu ile doğrudan ateşte kızartıldı!”
Hem tuzlu hem tatlıydı, ve ağzımda nefis bir şekilde kalan keskin, baharatlı bir tadı vardı. Eti dolgun ve suluydu. Acrab’da hiç böyle bir şey tatmamıştım.
Kustum. Ne yazık ki vücudum lezzetli hiçbir şeyi sindiremiyordu. “Çok özür dilerim,” diye aceleyle özür diledim, “Gerçekten çok lezzetli. Elimde olsa her gün yerim ama şu anda kendimi pek iyi hissetmiyorum, hepsi bu.”
“Kendini iyi hissetmiyorsan, belki bir doktora görünmelisin.”
Yemeğin parasını ödedim ve dükkân sahibinin yüzümü inceleyen endişeli bakışlarından kaçınmaya çalışarak uzaklaşırken ona el salladım. İştahımı kaybetmiştim. Ne denersem deneyeyim, midem bulanıyor ve kusma ihtiyacı hissediyordum. Buradaki çeşit çeşit lezzetli yiyeceklerin tadına bakmaktan vazgeçtim. Zaten sindiremiyordum, o hâlde ne anlamı vardı?
Dahlia’ya ayyaş olduğu için içimden lanet okuyarak yandaki mobilya dükkânına gittim. Çok bir şey almama gerek yoktu fakat boş odadan yorulmaya ve yalnızlık çekmeye başlamıştım. En azından bir masaya, bir sandalyeye… belki de çalışmak ve iksirimi yapmak için birkaç şeye daha ihtiyacım vardı.
“Özel sipariş mi vermek istiyorsunuz?”
“Evet, buna benzer bir masa, benim için yapabilir misiniz?” Dükkân sahibine kendi çizdiğim bir planı göstererek sordum. “Herhangi bir sorunuz olursa her şeyi ayrıntılı olarak açıklayabilirim.”
“Bu ilginç bir şekilde çok detaylı bir çizim. Yapması zor olmayacaktır,” dedi dükkân sahibi bana bakarak. “Ama bu kadar detaylı çizebiliyorsanız, eminim kendiniz de yapabilirsiniz.”
“Pek iyi değilim, bu yüzden kendi başıma yapacak gücüm yok.”
Muhtemelen köye kadar tüm yolu yürüdükten sonra çok hasta ve bitkin göründüğümden dükkân sahibi başıyla onayladı ve yapmayı kabul etti.
“Ne kadar açık tenli olduğunuza bakılırsa, buralardan değil gibisiniz.”
“Evet. Bir tanıdığımı ziyarete geldim. Bir süre burada kalacağım.”
“Son zamanlarda köye kimsenin geldiğini duymamıştım.” Dükkân sahibi bana baktı, bakışlarını kuşku gölgeliyordu.
Kapüşonu başımın üzerinden aşağıya kadar çektim. “Buraya biraz uzak. İnsanlarla ilişki kurmaktan hoşlanmıyor da.”
“Tam bir münzevi inek.”
Sesli güldüm. Kaichen için bir sürü lakap duymuştum fakat ‘inek’ bir ilkti. Peki, yalan bunun neresindeydi? O hem inek hem de münzeviydi.
_ _ _ _ _
Münzevi, insanlardan kaçan ve tek başına yaşamayı tercih eden kişiler olarak tabir edilmektedir.
Yorum