
Issız Bir Adada Yakışıklı Kahramanlarla Mahsur Kaldım
Çeviri: Morta Tilki
11. Bölüm
Karşımdaki ağız kafamın iki katıydı.
Ağzından akan yapışkan salyalar yerde ufak bir göl oluşturuyordu.
Keskin dişlerinin arkasında yılancasına kıvrılan dili dokunaç gibi havaya kalktı ve üzerime doğru fırladı.
Hızla kenara çekildim. Dil kısacık bir an önce oturduğum yere yapıştı.
Beynim tek bir düşünceye kilitlenmişti.
‘Yaşamak zorundayım. Kendim başarabilirim. Enoch’a yük olmayı bırakalım hadi.’
Titreyen kollarımdan zar zor destek alarak ayağa kalktım. Hızlıca yere düşen ayakkabılarımı alıp giydim.
Kvaaang!
Yere sertçe çarpan bir şeyin sesi duyuldu.
Biraz ötede Enoch bir dal yardımıyla yere sabitleyerek canavarlardan birini katletmişti.
Doğrudan yanıma koştu ve beni kaldırıp arkasına geçirdi.
Güçlü sırtını gördüğüm anda rahatlama hissiyle doldum. Ceketine sanki hayatım buna bağlıymış gibi tutunarak durumu inceledim.
Kalan iki canavarın kuyruklarını sallayarak bize döndüğünü görebiliyordum.
Yerde duran dallardan birini aldım. Tuttuğum şey işe yaramız bir silah olsa da tılsımmışçasına sıkıca sarılmıştım.
“Arkamda kal.” Enoch gergin bir sesle konuştu.
Ne yazık ki kurt-canavarlar zeki canlılardı. İki yöne ayrılıp avlarını yakalamaya çalışan yırtıcılar gibi saldırdılar.
Arkasında durmamın bir yararı yoktu.
Saldırılardan kaçınırken tekrar yere yuvarlandım.
Margaret’ın vücudu sandığımdan daha çevik olduğu için ne kadar şanslı olduğumu bilmiyordum.
Kaçabildiğimi sanmıştım fakat keskin dişleri elbisemin eteğindeki dantellere takılmıştı.
“Bu da ne!”
Çığlığımı duyan Enoch, koşan canavarı tekmesiyle uzaklaştırdıktan sonra aceleyle bana uzandı.
Fakat canavar daha hızlıydı. Yakaladığı yeri sıkıca ısırıp çekti.
Fırlatılmış gibi yere düştüm. Hemen sonra dili elbiseme ilerledi ve bileklerime sarıldı.
“Aah! Kahretsin, bu neden bana oluyor!..”
“Genç Leydi!”
Pürüzlü bir zeminde sürükleniyordum.
‘Kahretsin’
Canavar tarafından etrafta sürüklenirken durumun nasıl gittiğini anlamam zordu.
Bir anlığına bileklerimi tutan kuvvet zayıfladı ve yok oldu. Hemen sonrasında havaya savruldum ve tekrar yere düştüm.
Bam! Bam! Kvaaang!
Yer sarsıldı. Ağır bir şey zemine çakılmıştı. Beni sürükleyen canavar gibi görünüyordu.
Kendime geldiğimde birinin omzunda olduğumu fark ettim. Beklendiği gibi, Enoch’un omzunda.
Evet, sadece o beni bu şekilde kurtarabilirdi.
Beni yıkılmış bir ağacın önünde yere indirdikten sonra geldiğimiz yöne geri döndü.
Tuttuğu dalı savururken havada dalgalanan siyah kanlar gördüm, canavardan geliyora benziyordu.
Çat!
Yerde yatan, vücudu garip bir şekle girmiş olan canavara yönlenen dal, savrulmaya devam ediyordu.
Siyah kanlarla kaplı zeminde yatan canavara baktıktan sonra gözlerimi yukarı kaydırdım.
Enoch’un sol kolunda bir yara vardı. Koyu kırmızı kanlar yırtılmış tişörtünden aşağı akıyordu.
‘…Şimdi aklıma geliyor. Savaşından kalan etkiler mi?’
İnsan kanı gördüğünde delirir.
‘Onu durdurmalıyım.’
Yoksa saldıracağı sıradaki hedef ben olabilirdim.
Sağlam bir sopa bulup doğrudan Enoch’a koştum ve kafasına vurdum.
Şanslıydım ki sendelemesine yetmişti -doğru yerden vurmuşum gibi- ve ardından yere düştü.
Diğer bir yandan görünüşe göre canavarlar uzun süredir ölüydü.
Ağır bedenini titreyen ellerimle kaldırdım.
***
Yanımda onu da taşıyarak mağaraya nasıl varabildiğimi bilmiyorum.
Kolundaki yara da oldukça ciddi görünüyordu. Canavarın keskin pençelerinde zehir vardı sanırım.
Enoch’u mağaranın düz zeminine yatırdım. Eğer zehir kanınıza karıştıysa hemen vücudunuzdaki ilerlemesini durdurmanız gerekir.
Hindistancevizi kaselerinin birinde dün geceden su kalmıştı. Hemen elbisemin eteğinden bir parça yırtıp kasedeki suya daldırdım.
Bunu havlu olarak kullanarak yaralı bölgeyi temizledim.
“Ya gerçekten zehirlendiyse?..”
İlk yardımı nasıl yapacağımı bilsem de bir doktor değildim.
“Yine de elimden gelenin en iyisini yapacağım.”
Çünkü bunu öylece görmezden gelemem.
Sonunda kendimi elbisemden daha fazla parça yırtarak koluna bağlarken buldum.
Zehrin daha fazla yayılmasını engellemek için yaranın üstündeki kısım olabildiğince sıkı bağlanmıştı.
Ayağımdaki kabarcıklar da patlamıştı fakat bunun için de elbisemi iyice yırtıp yaraları temizledikten sonra sarmak dışında bir seçeneğim yoktu.
Enfeksiyon kapmamak için sadece dua edebiliyordum.
Fazlasıyla bitkindim ancak kendimi uyanık tutmayı başardım.
Kumaş parçasıyla bileğini de sıkıca bağladım.
“Argh, bu ne!?..”
Sonunda uyanmıştı.
Bana korkunç bir ifadeyle baktı. Terden alnına yapışmış saçları ve yanakları gözüme çarptı.
Perişan görünüyordu.
Buna rağmen acımadan omzuna bastırarak geri yatmasını sağladım.
“Sadece sakince yatalım hadi.”
Elbette beni dinlemedi.
“Çöz şunu. Hemen.” korkunç bir sesle kükreyerek emir verdi.
Kendi başına bağlı bileğini çözmeye çalışıyordu ki hızlıca parmağımı kaldırıp burnunun ucuna yerleştirdim.
“Dur. Sabit kal.”
“Ne!..”
“Dur.”
Kararlı şekilde konuşmaya devam ettim, “Sorun yok. Sorun yok, sabit dur.”
Böyle bir şeyin işe yarayacağını sanmıyordum.
Kısa süre içinde tekrar mücadele etmesine hazırlanmıştım ama şaşırtıcı seviyede etkili olmuş gibiydi.
Yüzündeki korkutucu ifade git gide yok oluyordu. Şaşkınlığımı gizlemeden sakince duran Enoch’a gözlerimi diktim.
‘Cidden böyle sakinleştin mi? Bu tepkiyi hiç görmemiştim, orijinal eserde bile.’
Tabii, romanda da Enoch’un kan görüp vahşileştiği bir sahne vardı.
Ama bir R-19 romanı olmasından tahmin edilebileceği gibi, Yuanna, kadın başrol ona yardım ediyordu…
Hızlıca bunu düşünmeyi kestim.
Her neyse, Enoch ve Yuanna’nın ‘ileri seviye yakınlaşmalarının’ sebebinin Enoch’un nöbet belirtileri olduğunu hatırlıyordum.
Bu olaydan sonra ikisinin arasındaki bağ derinleşmişti…
Net olan şuydu ki Yuanna için romantik olan bu durum benim için hayatta kalmaydı.
‘Başı dertte olan hep benim. Lanet olsun.’
Derin derin düşünecek zaman yoktu.
Büyük ihtimalle yaraları yüzünden, Enoch tüm geceyi ateşle geçirdi.
“Tanrım, umarım bu ateş yakında geçer…”
Neyse ki ek bir şok semptomu ortaya çıkmadı ve yaranın durumu oldukça iyiye gitti.
Sanırım sadece ateşini biraz daha düşürmem gerekiyordu.
Dua ederek terli yüzünü ıslak kumaşla temizliyordum ki yorgunluktan yavaş yavaş uyuyakaldım.
Yanında yarı uyuklayarak otururken gün bir anda ağarmaya başladı.
Enoch’un ateşi de düşmüştü. Uyanık olmasına şaşırarak “İyi misin?” diye sordum.
Sıkıntılı bakışlarla kafasını salladı.
Durumu iyiye gidiyordu ama yarasının düzgün iyileşmesi için ilaca ihtiyacı vardı.
Olduğu gibi bırakılırsa daha kötü olabilirdi.
Oturduğum yerden gerginlikle tırnaklarımı kemirerek kalktım.
“Biraz bitki toplayacağım. Hızlı dönerim bu yüzden lütfen sadece bekle.”
Beni düzgünce dinleyip dinlemediğini bilmiyordum, bomboş bir ifadeyle yüzüme bakıyordu.
Bu uçsuz bucaksız ormanda nasıl tedavi edici bitki bulacağımı bilmiyordum ama durumu çok kötüydü.
Öylece oturup izleyemezdim.
‘Karanlık çökmeden geri dönmem gerek.’
Ormanda gezinir ve bitkileri incelerken önümden gelen bir hışırtı duydum.
Nefesimi düzenlemek için biraz duraksadım.
Bir canavar mı? İmkanı yok, gün ortasındayız, şu anki güneş ışığı ortaya çıkmaları için fazla güçlü.
O halde insan mı? Eğer insansa bu da büyük bir mesele. Çünkü adada benim dışımda sadece beş erkek kahraman ve Yuanna olmalı.
Her ne ise, karşılaşmak istemiyordum, bu yüzden geri doğru bir adım attım. Ellerim stresten terliyordu.
Terli avuçlarımı elbiseme silerek geri geri gidiyordum ki-
hışır.
Bu kez önümden değil arkamdan gelen adım sesleri duydum.
Şaşkınlıkla arkama döndüğümde görüş alanıma ilk giren şey gümüş saçlardı.
Hemen sonrasıda kan gibi kırmızı gözleri fark ettim.
Az önce önümde olmalıydı, nasıl bu kadar hızlı arkaya geçti?
Ayrıca, gümüş saçlar ve kırmızı gözler, bunun kim olduğunu biliyordum.
Beni bulan adamın gözleri yavaşça genişledi.
“Hah? Bu da ne? Burada benden başka bir insan daha mı var?”
Yorum