Issız Bir Adada Yakışıklı Kahramanlarla Mahsur Kaldım
Çeviri: Morta Tilki
13. Bölüm
Bu beklenmedik temasla kaşlarımı çattım.
Yine de anında bir fırsat yakaladığımı fark etmiştim. Bakışlarımı Kayden’a yönelttim ve onu sertçe geriye ittim.
‘Şimdi!’
Avantajı ele geçirmemle birlikte bacağına tekme atıp hemen ayağa kalktım. Acıyla inledi ve yere düştü.
Hızla kendime geldim, tereddüt etmeden çalıların arasına girdim.
Peşimden beni kovalayan birinin ayak seslerini duyabiliyordum.
Nefesim tükeniyordu. Şakaklarımdan akan ter damlaları anında çenemin altına ulaşıyordu. Şu anda beni öldürmek gibi bir niyeti olmasa da onu hayatıma daha fazla karıştırmak istemiyordum. Zamanımı bir gün ellerinde öleceğim korkusuyla titreyerek geçiremezdim.
Enoch tek başına bile beni dehşete düşürmeye yetiyordu.
Köşeyi dönmek için kendimi frenledim ve doğruca tepeden aşağı yöneldim.
“Hah… hah.”
Nefessiz kalmıştım.
“Bekle biraz! Bekle!”
Çok da uzaklardan gelmeyen seslenişiyle dişlerimi sıktım.
Hemen önümde kalın bir ağaç duruyordu. Aşağı sarkan kalın dallarını görebiliyordum.
Koşuşumu hızlandırdım ve atıldım. İyice aşağı eğilmiş bir dala hafifçe tutunmayı başarsam da anında geri, yere atladım.
pat.
Düşüşümün etkisini azaltmaya çalışarak yuvarlandım. Elbisem tersine dönmüştü ve yüzüm toprak içindeydi ama tabii ki şu an bunları düşünecek halde değildim.
Tekrar ayağa fırladım ve delice koşmaya devam ettim.
Artık arkamda Kayden’ın varlığını hissedemediğimi düşündüğüm an yerdeki bir taşa takıldım ve eğimli bir uçurumdan aşağı yuvarlandım. Düşmeye, yuvarlanmaya devam ederken görüşümdeki şeyler sürekli değişiyordu.
Öylece yuvarlanan bedenim sonunda sert bir ağaca çarparak durdu. Acı içinde çığlık attım.
‘Lanet olsun ya kaburgalarım kırıldıysa?’
Acım yoğunlaştıkça görüşüm bulanıklaşıyordu.
‘Diğer yandan, Kayden’dan kaçmayı başardım.’
Margaret’ın gizli yeteneğini bulmuştum sanırım.
Kaçış ustası.
Kendimi övmeyi bitirmemden kısa süre sonra bilincimi kaybettim.
╭──╯ . . . . . İlişkiler Mutlaka Değişir . . . . . ╰──╮
Uyandığımda, kendimi düştüğüm yerde yatar halde buldum.
Tüm vücudum dayak yemişim gibi ağrıyordu. Dişlerimi gıcırdatıp ayağa kalktım.
Endişelerimin aksine, kaburgalarım kırılmış gibi durmuyordu. Daha da iyisi, Kayden hâlâ beni bulamamıştı.
Bunları düşünmemle elimde sıkıca tuttuğum şeyi fark etmem bir oldu. Yumruğumu açtım. Bu Kayden’ın kolyesiydi, parıldıyordu.
‘Beni bunun için mi kovalıyordu?’
O anda ayaklarımda ve topuklarımda bıçaklanıyormuşum gibi bir acı hissettim.
Kolyeyi elbisemin cebine tıkıştırdım ve ayakkabılarımı çıkardım. Kanları görebiliyordum. Kabarcıklar tekrar patlamıştı anlaşılan.
Elbisemin eteğinin bir kısmını yırttım ve eski kanlı kumaşları bir kenara atıp tekrar ayaklarımı sardım. Dezenfekte edilebilecekleri bir imkan yokken bile yaraların korunması gerekirdi.
Sargıları tamamladığımda ayakkabılarımı geri giydim. Saati anlamaya çalışarak yukarı baktım. Gökyüzü soluk bir mor tonundaydı.
“Kayden tarafından kovalandığım zaman öğleden sonra civarıydı… şimdi akşam mı yani?”
Bilincimin ne kadar süre kapalı kaldığını bilmiyordum.
Bu şafak değil gün batımıysa hareket etmem tehlikeliydi. Canavarların ortaya çıkmasına bu kadar az zaman varken etrafta dolanamazdım.
“Enoch tek başına mağarada olmalı, yaralı…”
Bu düşünceyi savuşturmak istercesine kafamı salladım. Şu anda kendim için endişelenmeliydim, Enoch değil. Sakince etrafa bakınarak saklanacak bir yer aradım.
Neyse ki yakınlarda hiç canavar görünmüyordu.
Yine de endişeliydim, bu yüzden hareketlerimi olabildiğince kısıtlı tuttum ve büyük bir kayanın altına saklanmaya karar verdim.
Kayanın altına çökmeye çalışırken ayağım sert bir şeye çarptı.
“…hah?”
Sürünerek kayanın altından çıktım ve kafamı eğip çarptığım şeye baktım. Beyaz, kutuya benzer bir cisim görüyordum.
Zor da olsa elimi uzatıp kutuyu oradan çıkardım ve incelemeye başladım. Kırmızı haç sembolü dikdörtgen kutunun kapağına kazınmıştı.
Bulunduğum ormana uymayan, yabancı bir objeydi. Karmakarışık düşüncelerle bir an daha kutuya baktım.
“Hey, dur bir dakika. Kızıl haç logosu? Olabilir mi?..”
Margaret’ın anılarını özümsediğim için bir süre Landridge İmparatorluğu’ndan başka bir şey düşünemedim ve ilk yardım kitini tanıyamadım.
Kutuyu açıp içinde ilaçlar bulduğumda kafamda ‘Evreka!’ bağırışı yankılandı.
“Kurtuldum.”
Orijinal romanda Yuanna’nın bulduğu ilk yardım kitinin aynısı gibi görünüyordu.
Dikkatlice ilaçları inceledim. Her şey Korece yazılmıştı. Bu yüzden Hangul alfabesini bilmeyen karakterler bu ilaçların yarısını bile kullanamamıştı.
oovoooooo
Yaşadığım keyifli, kısa an uzaklardan gelen kurt ulumasıyla sona erdi. Elimde ilk yardım kitiyle hızlıca kayanın altına girdim. Bacaklarıma kramp giriyordu ancak dışarı çıkamazdım.
Elimle ağzımı kapadım ve nefesimi tutarak orada saklandım.
On binlerce düşünce zihnimden akıp gidiyordu. Enoch’la olduğum zamanlara göre çok daha boğucu bir korku beni ele geçirmişti.
adım.
Çimende yürüyen bir şeyin sesini duydum. Hava bir anda onlarca derece soğumuş gibi buz kestim. Kalbimin aniden duracağından endişeliydim. Hareket edemiyordum ve nefesimi tutmaya devam ediyordum.
adım.
adım.
Bu kez yakından gelen ayak sesleri yavaşça hareket ediyordu.
Sonra, durdular.
Geri gittiler.
Ve tekrar durdular.
Birini arıyormuş gibi hareket ediyordu. Kayden mıydı?
Ses yakınlaştıkça kalbim daha hızlı çarpıyordu.
Bu aşamada, çığlık atacağımdan emindim. Bu yüzden ağzımı iki elimle birden kapadım.
adım.
Bir çift bacak gözlerimin önünde durdu.
Kayanın aralığından görebildiğim bacaklar siyah kıllarla kaplıydı.
Büyük bacaklardı. Normal yetişkin bir adamın bacaklarının iki katıydılar.
voosh.
Yana bakan bacaklar yavaşça dönmeye başladı. Saat yönünün tersine bir süre döndükten sonra durdular. Artık bana dönüklerdi.
Kalbim durmuştu sanki. Farkına bile varamadan bir kez daha nefesimi tuttum.
Ne olduğunu çözemediğim bu yaratık tek dizinin üstüne çöküp yavaşça yere oturdu.
Sonra, kabarık tüyleri olan bir parmak kayanın açıklığından içeri uzandı. Bedeni de yavaş yavaş aşağı eğiliyordu.
‘Ah, hayır.’
Gözlerimi bile kapatamadan olduğum yerde titriyordum. Ya böyle ölürsem?
Tam o andaydı.
Roaaar!
Güçlü bir kükreme tüm ormanda yankılandı.
Eğilen yaratık durdu ve üst vücudunu diğer tarafa çevirdi.
Uzun süre bir şeye baktıktan sonra aniden ayağa kalktı. İçeri uzattığı eli de artık görüş alanımdan çıkmıştı.
Sonra,
tuk.
tuk.
tuk.
tuk.
Gürültülü ayak sesleriyle bir yere koşmaya başladı.
Tamamen kaybolana ve seslerini duyamayacağım kadar uzaklaşana dek sadece olduğum yerde titredim.
Şanslıydım ki uyandığım zaman şafak vaktiydi. Gökyüzü yavaş yavaş aydınlanmaya başlıyordu.
Güneş tamamen yükselene kadar kayanın altından çıkamadım.
“…bu da neydi?”
Tipik bir vahşi hayvan formuna benzemiyordu. Evet, burada canavarlar vardı fakat gördüğüm şeye benzer bir canavar türü romanda asla karşıma çıkmamıştı.
“Hayatta Kalmaktan Daha Önemli Şeyler” romanında görülen canavarların hepsi temelde dünyada var olan canlılar üzerindendi. Bu yüzden bu kadar farklı bir tür var olamazdı.
Sanırım sürekli olarak değişen ve gelişen vücutlara sahip olduklarını okumuştum fakat bundan emin değildim.
“Bir düşününce, son denk geldiğim kurt-tipi canavarlar da vücutlarını biraz değiştirmişlerdi.”
Şimdi romanın içerikleri de kafamdan uçup gitmeye başlamıştı. Başım zonkluyordu.
Az önceki şoktan kolay kolay kurtulamıyordum.
Bu adada sonuna kadar hayatta kalabilecek miyim?
Elimde kiti tutarak kayanın önünde çömeldim ve etrafa bakındım. Sabah güneşi parıldıyordu ancak geride kalan canavarlar olabileceğinden korkuyordum.
Öğlene, güneşin en parlak olduğu zamana kadar yerimden ayrılıp dikkatlice harekete geçmedim.
Nerede olduğumu bilmiyordum, Enoch’un beklediği mağarayı bulabilecek miydim?
İlk defa, Enoch’u gerçekten fazlasıyla özlemiştim. Sanırım zihnim onu görene kadar sakinleşmeyecekti.
Yorum