Midem bulanıyor ve gözlerim zonkluyordu. Avucumu gözlerimin üzerine bastırdım. Gözlerim öyle bir acıyla zonkluyordu ki her an yuvalarından fırlayabileceklerini düşündüm. Gözlerimdeki acıya eşlik eden baş ağrısı zaman büyüsünden beri devam ediyordu. Gözlerimi açık tutmak çok zordu. Çok kötü acıyorlardı. Ağrının nedenini biliyordum ve buna katlanmaya kararlıydım.
Bu, günahlarım için bir tür karma gibi hissettirdi. Buna katlanacak ve mümkün olduğunca acıya alışacaktım. Gözlerimdeki acı beni uyandırdı ve bana gerçekten delirdiğimi, tüm bunların kötü bir rüya olmadığını hatırlattı.
Zaman büyüsü sırasında ne zaman dışarı çıksam, Acrab benim tek gerçekliğimdi. İçindeki insanlar gerçek gibi gelmiyordu. Ancak şimdi ne zaman dışarı çıksam bu, beni korkuyla dolduruyor. Buradan çok uzaklara kaçmak istedim. Acrab’ın insanlarına doğrudan bakacak cesaretim yoktu. Onlar artık insan kabuğu olmaktan çıkmışlardı. Gerçeklerdi.
“Hâlâ kalkmadınız mı?” hafif bir ses acıyarak konuştu.
Kulağıma fısıldanmadı bile ama bir şekilde kelimeler o kadar yakın hissettirdi ki, aklıma takıldılar. Hâlâ yüzümü kapatan ellerimi yavaşça indirdim. Kaichen’in kaşı bana bakarken seğirdi ve çok dağınık olan odaya göz attı.
Burayı iki kez ziyaret ettiğine inanmakta zorlanıyor gibiydi. En ufak bir harekette bile tozlar savruluyor ve odaya alkol kokusu siniyordu. Böylesine soğuk, heykele benzeyen ve hiç değişmeyen bir yüzdeki ifadeleri okuyabilmeme şaşırmıştım. Yüz kaslarındaki en ufak bir değişimden bile bu adamı nasıl okuyabiliyordum?
Onu kesinlikle ilk kez görüyorum, Onayladım. Belki de ona uzun zamandır özlem duyduğum içindi. Onu, yüzüncü kez zihnimde canlandırmıştım. Kişiliği gerçekten soğuk ve kayıtsızdı, hayal ettiğim gibi değildi. Ama onun varlığı benim için bir kurtuluştu. Gözlerimdeki acı sadece sesini duymakla eriyip gitti. Bu inanılmaz! Baskı etkisi… gibi bir şey mi?
Küçük bir canavarın bile kendisine yapılan iyiliği geri ödediği söylenir. Kaichen’e burada bir ömür geçirsem bile ödeyemeyeceğim bir borcum var. Dahlia’nın bedenine ilk girdiğimde varsaydığım gibi, onun burayı kurtarmaya gelmesinin orijinal hikâyedeki olayların doğal bir akışı olduğu konusunda artık kendimi kandıramazdım.
Korkunç bir dönem geçirmiş olan benim için Kaichen, rolüne sadık kalıp ana karakterin arkadaşı olarak görünen bir başbüyücüden ibaret değildi.
“Ne kadar yatmayı planlıyorsunuz?”
“Şimdi kalkıyorum.” Kendimi oturduğum yerden kaldırdım. Titrerken yakalanmamak için ellerimi sıktım. “Bu kadar erken gelmenizi beklemiyordum. İşinize çok düşkünsünüz.”
“Sadece tembel olmayasınız?”
Sabahın köründe kalkmış ve özenle çalışmıştım fakat yalnızca başımı salladım. Tartışmak ve açıklığa kavuşturmak çok uğraştırıcıydı. Sözleri yanlış değildi aslında. Dahlia tembel biriydi. Bunu doğrulamak için Dahlia’nın anılarına sahip değildim ama ihtiyacım da yoktu. Acrab’da biraz dolaştığımda bile insanların Kontes Alshine’ın tembelliği ve sarhoşluğu hakkında fısıldaştıklarını duyuyordum.
Kaichen kaşını kaldırdı ve karşımdaki kanepeye oturdu. Harika! Demek dünkü gibi kısa bir konuşma olmayacaktı. Dün orada öylece durup konuşmuş ve gitmişti. Ona sunacak hiçbir şeyim olmadığı için utandım, çay bile yoktu. Başımı kaşıyıp ona döndüm.
“Hımm, yani… Ne yapmam gerekiyor?” diye başladım.
“Bu kadar kolay işbirliği yapmaya hazır mısınız?” diye sordu Kaichen, yüz ifadesini kuşku kaplamıştı.
“Elbette,” dedim, “Hayatımı kurtardınız. Size minnettarlıkla karşılık vermem gayet doğal. Embesil değilim.”
Kaichen kaşlarını çattı, hâlâ kuşkuyla bana bakıyordu. Şüphe dolu bakışlar karşısında başımı öne eğdim. Neden bana öyle bakıyordu? Her insan böyle yapmaz mıydı?
Kaichen’e bakarken Dahlia’nın anılarına gerçekten sahip olmadığımı fark ettim. Belki de Dahlia nankör biriydi. Bu yüzden mi bu kadar şüphelenmişti?
Yok artık! Öyle bile olsa, bu kadar nankör olmazdı. Körü körüne inancın insanı öldürebileceğini söylerler. Kaichen belli ki bu inancı taşıyordu. Bana öyle bir bakışı vardı ki, herkes Dahlia’nın aşağılık biri olduğunu düşünebilirdi.
Yüz yıl boyunca Acrab sokaklarında dolaşırken insanların Dahlia’ya bakışlarıyla ilgili her şeyi anladığımı sanmıştım. O bir ayyaştı. Kumar bağımlısıydı. Alkolsüz bir gün bile geçiremezdi. Hatta ailesi hayattayken zeki, nazik ve düşünceli biri olduğunu da duymuştum.
‘Eski hanımefendi nasıl mıydı? Neden durup dururken bunu soruyorsunuz?’
‘Sadece eski günleri düşünüyorum. İnsanların onu önceden nasıl gördüğünü bilmek istiyorum.’
‘Duygularını ifade etmekte iyi değildi ancak herkesten daha sıcak bir kalbi vardı.’
‘Kulağa yalan gibi geliyor.’
‘Yalan değil. Büyüdüğünde, herkes Acrab’ın geleceğinin parlak olacağını söylerdi.’
Yani Dahlia, ailesi vefat edene kadar çok iyi bir insandı.
Lars’ın, çocukluğuyla ilgili bazı şeyleri ağzında gevelediğini hissettim ama onu sıkıştırmadım. Herkesin çocukluğunun karanlık bir tarafı vardır ve Dahlia’nınki de öyleydi. Büyüdüğünde içki ve kumara düşkündü fakat zor durumdaki insanların vergilerini ödemeyi teklif etti. Bu farklılıklar için sadece kendi mal varlığını harcadı.
Arazi düzgün yönetilmiyordu. Ancak bu durumun Dahlia için de çok zor olduğunu hissettim. Ailesinin ölümünün hemen ardından her şey ona miras kalmıştı. Başa çıkmakta zorlanmış olmalı. İnsanların arazinin kötüleşen durumundan duyduğu memnuniyetsizlik giderek artıyordu. Neyse ki, eksikliklerine rağmen Dahlia sabırla dayandı. Şu ana dek Dahlia’nın durumuna sempati duydum.
Yorum