Karanlık? Switch Mode

Bölüm 4 ıssız adada

Bütün bölümler içerideIssız Bir Adada
A+ A-

Issız Bir Adada Yakışıklı Kahramanlarla Mahsur Kaldım
Çeviri: Morta Tilki

4. Bölüm

“Sıradan bir kurda bile benzemiyordu.”

Enoch’un sözlerine karşılık verdim.

‘Ayrıca bir kılıçla da öldürülmedi.’

O an bu adada ne kılıç ne büyü ne de ilahi gücün kullanılmasının mümkün olmadığını hatırladım.
Yine de erkek kahramanların fiziksel güçleri inanılmazdı ve iyi avlanıyorlardı, bu yüzden yemek konusunda endişeleniyor gibi görünmüyorlardı.
Enoch’un canavarı öldürürkenki gücünü de düşünürsek kılıç kullanamıyor olmamız konusunda endişelenmeme gerek yoktu.

“…Leydi’nin neyden bahsettiğimi anlayıp anlamadığını bilmiyorum.”

‘Seni övüyordum! Şu adama bakın!’

Sabır. Sabır. Üç kere sabır çekerseniz cinayetten bile kurtulabileceğinizi söylerler.

“Kimin neyi amaçlayarak ikimizi burada bıraktığını bilmiyorum. Neden Genç Leydi ve ben, neden başkası değil? Şüpheliyim ki…”

Enoch son sözlerini bulanıklaştırdı. Tekrar benden şüphelenmeye başlamış gibi görünüyordu.

“Eğer sizi kaçırmayı planlamış olsaydım, Ekselânsları, gözlerden uzak bir konağa kapatırdım, vahşi doğaya değil.”

Zararsız olduğumu söylemeye çalışıyordum fakat bu sözler gerçekten onu kaçırmayı planlamışım gibi durdu.

Enoch’un dili tutulmuştu. Garip sessizliğin içinde kendimi rahatsız hissettim ve “Tabii bunu uygulamaya geçirmeyi hiç düşünmedim. Hatta hiçbir şey düşünmedim.” diye ekledim.
Umutsuz cümlelerim giderek uzuyordu. Enoch bana inandı mı bilmiyordum çünkü ben bile düşününce bunun gülünecek bir bahane olduğunun farkındaydım.

Bir cevap alamayınca kafamı çevirdim ve Enoch’u yere uzanmış, düşünceli gözlerle gökyüzünü izlerken buldum.
Yan profilden bile inanılmaz yakışıklı görünüyordu.
Hayat çok adaletsiz. Ellerimle göğsüme kadar gelen saçlarımı taradım.

‘Işıl ışıl parlayan platin saçlar…’

Aslında, Margaret oldukça güzeldi. Yalnızca görünüş olarak bakıldığında imparatorluktaki en güzel kadındı.
Fakat güzel görüntüsü çarpık karakterinin gölgesinde kalıyordu.

Saçlarımı uzunca bir süre inceledim, düşüncelerimde kaybolmuştum. Bir anda Enoch’a “Burada gerçekten bizden başka biri yok gibi görünüyor, değil mi?” diye seslendim.

“Henüz bilmiyorum ama olduğuna inanıyorum. Eğer bir adada değilsek.”

Kendini buranın bir ada olmadığına şartlandırmış gibi görünüyordu.
Ama roman hakkında hatırladıklarım doğruysa, bir adadaydık. Ayrıca tamamen ıssız bir adaydı. Enoch’a bundan bahsedemezdim.
İç çektim.

“Nasıl düşünürsem düşüneyim, bu garip.”

Kalkıp Enoch’un karşısına oturdum.

“Kaçırıldığımızı düşünmüyorum. Eğer biri bizi bir amaç uğruna kaçırsaydı böylece sahile bırakmazdı.”

Hiçbir şey söylemedi, kendi düşüncelerinde kaybolmuştu.

Tüm bunların karşıt bir grup tarafından ayarlandığını düşünüyor gibiydi.
Ancak ben biliyordum ki adada Hestia Krallığı’nın veliaht presi, imparatorluk şövalyelerinin komutanı, azize, başpsikopos ve hatta başbüyücü bulunuyordu.

‘İmparatorluğun tüm büyükleri burada toplandı.’

Hedef aldıkları kişi yalnızca Enoch değildi. Garip olan şey bu insanların arasında sadece genç bir soylu olan Margaret’ın da olmasıydı.

Kollarımı kavuşturdum ve çok ciddi bir ifadeyle “Bir fikrin var mı? Buraya gelmeden önce ne yapıyordun?” diye sordum.

Enoch alnını kırıştırdı. Bir anlığına düşündü ve kafasını sallayıp kasvetli bir yüzle cevap verdi.

“Çalışıyordum.”

“Nerede?”

“İmparatorluk Sarayı’nın ofisinde.”

“Öncesinde peki?”

“Ben… gene çalışıyordum.”

“Çalışmaya başlamadan önce ne yapıyordun? Yemek yemiş ve birileriyle görüşmüş olmalısın.”

Sorumla birlikte bana döndü, sersemlemişti. Onunla tanıştığımdan beri gördüğüm bir numaralı yüz ifadesiydi bu.

“Yemedim. Yapmam gereken çok fazla iş vardı, ofise biraz meyve götürmüştüm.”

“O halde, uyandığın anda bir şey yemeden ofise gidip çalışmaya başladın ve gözlerini açtığında buradaydın?”

Cevap vermedi. Utanarak gözlerini benden kaçırdı.

“O halde bir önceki gün?”

“Sabah kalkıp ofiste hafif bir yemek yedim. Sonrasında kabine toplantısına katıldım ve çalışmaya geri döndüm.”

Berbat bir çalışma ruhu…
Fazla çalıştırılan Korelilere göre bile ağır bir rutini var gibi…
Lee Jin-ju’yu, 27 yaşındaki sıradan bir ofis çalışanını yansıtıyordu. Başarılı olup bir prens haline gelmek için böyle çalışman gerekiyor demek.

“Dışarı çıkmadın mı? Herhangi bir yabancıyla tanışmış olabilirsin? Yakın zamanda şüpheli görünen biriyle karşılaştın mı?”

Enoch onu soru yağmuruna tutmamdan hoşlanmamış gibi yüzünü astı.

“Sorguya çekiliyor gibi hissediyorum.”

“Bu bir sorgu.”

Memnuniyetsiz bir tavırla kollarını kavuşturdu. Sonra kafasını hafifçe eğerek bana baktı.

“Genç Leydi’nin sorgulanma sırasının geldiğini düşünüyorum.”

“Henüz benim sorumu cevaplamadın.”

İç çekti ve sakin bir tonla cevap verdi.

“Şüpheli bir yabancıyla hiç tanışmadım. Yaklaşık bir aydır hiç saraydan dışarı çıktığımı hatırlamıyorum çünkü yıl sonu uzlaşmaları için yoğun bir sezondaydık.”

Bunları söylese de anlaşılması zor bir ifadesi vardı.

Eh, tüm ofis çalışanları böyledir.

“Genç Leydi ne yapıyordu?”

“Ben…”

Margaret’ın anılarını yokladım ve dudağımı ısırdım.
Odamda tek başıma oturmuş onun portresini izlediğimi söylemezdim. Gerçeği itiraf edip memnuniyetsiz bir bakış kazanmak istemiyordum.

“Floné köşkünde çay saatinin tadını çıkarıyordum. Kıyafetlerimden de anlayabileceğin gibi hep içerideydim.”

Düz ayakkabılar ve bir iç mekan elbisesi giyiyordum.
Elbisenin yakası renkli boncuklarla süslenmişti, kollarında ve kenarlarında bir sürü dantel vardı. Ek olarak boyun çizgisi üzerinde büyükçe bir mücevher süslemesi vardı.
Hiçbir şekilde vahşi doğa için uygun bir kıyafet değildi.

“Son zamanlarda tanıştığım insanlar arasında şüpheli olabilecek… bilmiyorum. Çok sosyal olduğumdan bir sürü insanla tanışıyorum. Tüm o insanların arasında kimin şüpheli olduğunu söylemek zor.”

Aslında bu sosyallikten çok Floné Dükü’nün gücüydü.
Margaret seçici kişiliğinden dolayı pek popüler sayılmazdı. Enoch da aynı şeyleri düşünüyor olmalıydı ama bundan bahsetmeye gerek duymadı.

Söylediklerimden sonra tekrar rahatsız edici bir sessizlik çöktü.
Bir düzen içinde kıyıya çarpan dalgalar sessizliği bozuyordu.
Güneş tamamen batmıştı ve karanlık çökmüştü. Ay, ürkütücü görünen simsiyah denizin ardından parıldayarak yükseliyordu.

Enoch sessizce “Şu anda hemen herhangi bir yargıya varmamız zor görünüyor.” dedi.

Bu doğruydu. Her şeyden önce yarın yüksek bir yere çıkıp nerede olduğumuzu çözmemiz gerekiyordu.

“Şimdilik enerjimizi koruyalım ve uyumaya gidelim. Yarın nerede olduğumuzu çözmem gerekiyor.”

Enoch sözlerimi onaylayarak kafasını salladı.

Hemen ardından birbirimize yaslandık.

Sadece bir anlığına o uyurken kaçmayı düşündüm. Akşam karşılaştığımız canavarı düşününce bundan hemen vazgeçtim.
İlk olarak yarın Enoch’la dağa çıkacak ve durumumuzu anlayacaktım. Daha sonra bir plan yapıp kaçacaktım.
Böylece umutlu beklentilerle uykuya daldım. Uğursuz düşüncelerimin hepsi büyük çabalarımla zihnimin ücra köşelerine itildi.

Bu bilinmeyen sahildeki ilk gecemiz akıp geçti.

***

Ne yazık ki tüm bunlar bir rüya değildi. Gözlerimi uykuya daldığım sahilde açtım.

Gece ve gündüz arasında büyük bir sıcaklık farkı vardı. Dün gece o kadar soğuktu ki hipotermi geçirerek öleceğimi düşünmüştüm. Bir ateş yakmadığımız için böyle olmuştu.
Bir deyiş vardır, bir gece şanslı olsan da her gece böyle olmayacağını söyler. Ateş yakacak bir çakmağım bile yoktu ama bir şekilde bir yol bulmam gerekiyordu.

Titredim ve ayağa kalktım. Omzumu kapatan bir şey yere düştü.

“Uyanmışsın.”

Kafamı çevirdiğimde Enoch’un kollarını kavuşturmuş bana baktığını gördüm. Sanki tüm gece böyle beni izlemiş gibi.

Hiçbir site ile ortak bir şey yapmıyoruz emek hırsızlarına prim vermeyin ve serilerimizi yalnızca orijinal sitemiz mangacim.com dan okuyun....

Etiketler: Novel oku Bölüm 4 ıssız adada, novel Bölüm 4 ıssız adada, read Bölüm 4 ıssız adada online, Bölüm 4 ıssız adada chapter, Bölüm 4 ıssız adada high quality, Bölüm 4 ıssız adada light novel, ,

Yorum