Issız Bir Adada Yakışıklı Kahramanlarla Mahsur Kaldım
Çeviri: Morta Tilki
9. Bölüm
Elbette iyi uyuyamamıştım.
Taş zemin o kadar soğuktu ki tüm gece üşümüştüm.
Hem yağmur yağıyordu hem de içerisi buz gibiydi.
Rüyalarımda bile soğuktan titriyordum.
‘Donuyorum.’
Belki de tüm bu yorgunluk zihnimi bile bulandırmıştı. Çok canlı bir rüyaydı.
Rüyamda uzunca bir süre titrememden sonra biri yanıma yanaştı. Loş ışıkta Enoch’un ceketi parıldadı.
Çaresizce uzanıp ceketi aldım. Elimde hissettiğim sıcacık doku nedense kalbimi acıtmıştı.
“Sorun ne?”
Rüyamda biri bunu sordu. Cekete bakarken sıkıntılı bir tavırla kaşlarımı çattım.
“Çünkü kaba davranıyorsun.”
“…hey?”
Ceketi kendime iyice çekerek cevapladım. “O adam, Jackie. Her üşüdüğümde omuzlarımı örten adamdı.”
Aniden çöken üzüntüyle gözyaşlarına boğuldum.
“Aptal Jackie. Böyle işe yaramaz bir vücudun üzerinde nasıl durabilirsin? Şu an çok üşüyorum.”
“…”
“Beni sevmeye başladığını düşünmüştüm. Seni pislik. Aşkın değişti mi?”
Islak gözlerimle tuttuğum ceketi bıraktım. O kadar sıkıca tutmuştum ki tuttuğum yerler hala kırışıktı.
Bu yıpranmış görüntü bile kalbime o kadar dokundu ki kırışık cekete sırtımı dönüp kırık kalbim eşliğinde tekrar uyuyakaldım.
Birinin güldüğünü duyduğumdan emindim…
Uyandığımda çoktan sabah olmuştu.
Gözlerimi açarak boş boş uzanmaya devam ettim. Soğuktan titreyerek uyuyakaldığımı sanıyordum ama vücudum düşündüğümden çok daha yenilenmiş hissettiriyordu.
‘Gerçek gibi hissettirmiyor ve anılarım bulanık… hala rüya mı görüyorum?’
Düşünürken sıcak bir şey hissettim ve kafamı eğdim.
Beklediğim gibi, lüks bir ceket omuzlarıma sarılmıştı. Enoch’un ceketi.
Etrafa bakınıp mağaranın girişine gözlerimi diktim. Bel hizasına kadar yığılmış taşların ardından sızan güneş ışığını gördüm. Yağmur tamamen dinmiş gibiydi.
Enoch girişte duruyordu. Gömleğinin kollarını sıvayıp büyük taşları hevesle itmeye başladı.
Asil bir veliaht prens olarak görünmektense bu tür şeylerle ilgilenmesi daha mümkündü sanki, belki de savaş alanında geçirdiği yıllar yüzünden…
Ceketini giyerek yanına ilerledim.
Bana bir bakış attı. Bir şey söyleyeceğini düşünmüştüm ama sessizce önüne dönüp taşları çekmeye devam etti.
Rüyamda Enoch’un ceketini görüp ‘Böyle işe yaramaz bir vücudun üzerinde nasıl durabilirsin?’ dediğimden emindim.
Belki de rüya değildi? Eğer gerçekten o şeyleri söylediysem…
‘Sarhoş muyum? İçmedim bile. Neden bu kadar saçma şeyler söyledim ki?’
Kafam çok karışmıştı. İmparatorluk ailesine ettiğim küfürleri bir yana bırakırsak biraz da utanmıştım.
Ama neyse ki Enoch her zamanki gibi görünüyordu.
‘…pek bir şey söylemediğine göre bir rüya olmalı, değil mi?’
Ancak bu düşüncelerle biraz rahatladım ve taşları çekmesine yardım edecek kadar neşelendim.
Yine de,
“Aşkı değişmiş gibi görünmüyor.”
“…ne?”
Tüm taşları çektikten sonra gene bana döndü. Bir eli belinde, giydiğim ceketi işaret ederek gülümsedi.
“Ceket benim işe yaramaz bedenimde olmadığına göre hala seni sevmiyor mu?”
‘Kahretsin, rüya değilmiş!’
Utançla gözlerimi devirdim ve bakışlarından kaçındım. O anda,
‘Seni pislik. Aşkın değişti mi?’
Son söylediğim cümleyi bile hatırladım.
“Bu… ne demek istiyorsun?”
“Bilmiyormuş gibi mi davranacaksın?”
Komik bir soruydu. Sonunda utançla mırılıp kısık bir cevap verdim.
“Ben… sadece uykumda saçma sapan konuşuyorum-”
“Eğer ona Jackie gibi tatlı bir isim verdikten sonra hemen unutsan, Pislik Jackie kesinlikle üzülürdü.”
Lanet olsun, küfrettiğimi de mi duydu?
Bir şekilde konuyu değiştirmeye çalıştım, gözlerimi devirerek “Küfrederken çok garip görünüyorsun.” dedim dikkatlice.
“Çünkü ilk defa böyle bir kelimeyi kullanıyorum. Ancak Genç Leydi söylerken oldukça doğal duyuluyordu.”
Tamam, söyleyecek başka bir şeyim yoktu.
“Ah, bu ben değilim. Sanırım Majesteleri de rüya görüyordu. Ben bir aristokratım, küfür kullanamam.”
Sırıttı ve halsizce çenesini kaşıyarak güldü.
“…eğer utanıyorsan bilmiyormuş gibi yapacağım.”
Nezaket gösteriyormuş gibi konuşuyordu.
Ağır adımlarla yanıma gelip giydiğim ceketin altın yakasına parmağıyla hafifçe vurdu.
Bakışları yavaşça omzumdan boynuma doğru yükseldi ve sonunda gözleri benimkileri buldu.
Dudağının kenarında çarpık bir gülümseme belirdi. Durum çok ilginçmiş gibi “Eh, zaten Genç Leydi tuhaf bir tip. Yani duyduğum şeyleri hiç garipsemedim.” dedi.
‘Sadece tuhaf olduğunu söyleyebilirdin, seni şerefsiz.’
İmajımı geliştirmek için daha gideceğim çok yol vardı. Nedense üzülmüştüm, akmayan gözyaşlarımı bile sildim.
“Genç Leydi’nin Jackie’ye olan aşkı, ikinizi de destekliyorum!”
“Öyle bir şey yok!”
Sonunda öfkeyle bağırdığımda kahkahalara boğuldu. Keyif dolu bir ifadesi vardı.
İlk defa bu kadar canlı güldüğünü görüyordum. İnanamayarak onu izlerken öfkemi bile unuttum.
Tabii ki kahkaları uzun sürmedi. Sakin haline dönerken bana keskin gözlerle baktı.
“O ceketi giymeye devam et, işe yaramaz bir vücudum olduğundan lanetlenmekten korkuyorum.”
Son ana kadar benimle dalga geçiyordu, lanet olsun.
Hayır, Enoch aslında böyle bir insan mıydı? Orijinal hikayede bile kesinlikle Margaret’ın kafasındaki prens böyle bir insan değildi!
╭──╯ . . . . . Kayden Blake Rohde . . . . . ╰──╮
Ceket olayı benim Jackie’ye aşık olmam sonucuna varılarak kapandı.
‘Gerçekten, bu nasıl bir sonuç?’
Her zaman söylediğim gibi, hayat böyle lanet zamanlamalardan oluşuyor. Pekala, şimdi ne yapmalıyım?
Sabahın erken saatlerinde hindistancevizinden kaselerde topladığım yağmur suyunu içerek ve açai çileklerinden yiyerek, açlığımızı ve susuzluğumuzu giderdik.
Kaseler ağızlarına kadar su dolmuş olsa da o kadar küçüklerdi ki içlerinde iki kişiye yetecek kadar su yoktu.
‘İstediğim kadar su içebilmek istiyorum…’
Belki öğleden sonra içilebilir su yapmak için bir filtre yapar ya da damıtmanın bir yolunu bulurum.
Mağarayı geçici bir üs olması için düzenledikten sonra planladığımız gibi keşif yapmaya karar verdik.
Dayanıklılığımı geri kazanmak için burada birkaç gün geçirmem gerekiyordu ama bunu yapmak için de ana kampımızın etrafında neler olduğunu iyce anlamalıydım.
Enoch’la birlikte yakınlardaki ormanı keşfederken diğer erkek kahramanlarla karşılaşma düşüncesi beni germeye başlamıştı.
Neyse ki, bu olmadı. En azından şimdilik.
Enoch’u çalıların arasından takip ediyordum ki elbisemin eteği bir dala takılınca yürümeyi bıraktım.
“Şu lanet elbise!..”
Yakında kesinlikle kulübeyi bulmam gerekiyordu. Doğru hatırlıyorsam kulübede epey modern kıyafet vardı.
‘Ben de pantolon giymek istiyorum!’
Dala takılan elbisemi kurtarmak için uzun çabalar vermemden sonra arkamdan büyük bir el uzandı.
Enoch’un eliydi. Takılan yeri eforsuzca daldan kurtardı.
Boş gözlerle ona döndüm. Tek bir duygu bile içermeyen katı yüzü gözüme takıldı. Bana uzandı.
“Elimi tut.”
“Tamam? Neden?”
Refleksle sormuştum. Yanıtımdan hoşlanmayarak kaşlarını çattı.
Tanrım, bu hali bile ürkütücü ve yakışıklı görünüyor.
“Geride kalmaya devam mı edeceksin? Yaralanma ve elimi tut.”
Sinir olmuş gibi davranıyordu ama her zaman öne çıkıp benimle ilgileniyordu. Sözleri ve eylemleri kesinlikle farklıydı.
Yardımını reddetmek için bir sebebim yoktu, bu yüzden ona uydum.
Elleri çok büyüktü. Ben de uzun biriydim ama onun elleri daha büyüktü, ayakları daha büyüktü ve geri kalan her şeyi de daha büyüktü. Bu bende ona gerçekten güvenme isteği yaratıyordu.
Kaslardan örülmüş ve ben yaslandığımda bile titremeden duran sağlam, güçlü bir vücut. Gerçekten güçlü ve güvenilirdi.
Kadın başrolün en çok ona güvenmesi bu yüzdendi belki de. Neden romandaki ana erkek kahraman olduğunu anlıyordum.
Artık elini tutmak yabancı veya garip hissettirmiyordu. Ama tuhaf bir şekilde göğsümün bir tarafı karıncalanıyordu.
Enoch tenime bakarak “Rahatsız mı?” diye sordu.
Eline aktardığı gücün birazını geri çekti.
“İlk defa biriyle el ele tutuşuyorum, yani gücümü kontrol etmem zor oluyor. Umarım anlarsın. Rahatsız olursan söyle lütfen.”
Sert ama kesinlikle samimi bir tondu.
İlk defa mı biriyle el ele tutuşuyordu?
“Neden?”
“Ah, şey, sadece Majestelerinin daha önce kimsenin elini tutmamış olması şaşırtıcı.”
“Elini tutmak isteyebileceğim kimse olmadı.”
Bir düşündüm de, Enoch hep tamamen yalnızdı. Hikayede detaylı olarak ele alınmasa da Margaret’ın anılarına bakarak bunu söyleyebilirdim.
Belki de hep yalnız olduğundan diğer insanlarla derin ilişkiler de kuramıyordu.
Talihsiz doğumu yüzünden bu durumda olmasının yanı sıra savaşın derin etkileriyle de insanlardan uzak durduğunu hatırlıyordum.
Bunları düşünerek yürüyecektim ki bu sefer de ayağımda hafif bir acı hissettim.
“Ah.”
Sanırım ayağım su toplamıştı. Güzel görünmesi dışında bir özelliği olmayan dümdüz ayakkabılar bu yüzden ormanda dolaşmaya uygun değildi.
Enoch inlememi duyup bana baktı.
Yakınlardaki devrilmiş bir ağacı işaret ederek “Otur.” dedi.
O tarafa yürümeye çalışırken iç çektim. Büyük, sıcak bir el anında belime ulaştı.
Ve beni hafifçe kaldırıp ağacın üzerine oturttu.
Yorum